İslam Filozoflarında Demokrasi Eleştirisi

Yayınlama: 28.01.2024
Düzenleme: 28.01.2024 18:11
11
A+
A-

M. Salih İZGÖER


Giriş
İnsanlık tarihinin son iki yüzyılında önem kazanıp giderek yaygın devlet yönetim modeli hâline gelmiş
olan demokrasi, aslında Antik Yunan uygulamalarını düşündüğümüzde iki bin beş yüz yıllık bir geçmişe
sahiptir. Bununla beraber ilk kez Atina’da M.Ö. 5-4. yüzyıllarda ortaya çıkmış olan demokratik yönetim
modeli iki yüz yıl evveline kadar filozofların tamamı tarafından değilse bile önde gelenlerin çoğuna göre
olumsuz biçimde değerlendirilegelmiştir.
Atinalı devlet adamı ve şair Solon (M.Ö. 640-560?) tarafından yapılan reformlar sonucunda Atina’da
değişen ekonomik dengeler doğuştan soylu aristokratların yanında ticarî yollarla varlık sahibi olmaya
başlayan zenginler sınıfını ortaya çıkarmış ve bu sınıf da siyaset alanında etkinliğini hissettirmiştir.
Giderek bir halk egemenliği biçimine bürünen Atina yönetimi, tüm sınıfları içeren bir meclis tarafından
gerçekleştirilmekle birlikte bu sınıflara köleler katılmamıştır.
Kendi döneminde söz konusu yönetim modeli dönemin filozoflarınca farklı biçimlerde değerlendirilmiştir.
Özellikle İslâm dünyasında etkisi görülen iki önemli Yunan filozofu, Platon (M.Ö. 427-347) ve
Aristoteles’in (M.Ö. 384-322) değerlendirmelerininse olumlu olmadığı görülür. Antik Yunan’ın düşünsel
mirasını devralmış olan Müslüman filozoflar bu yolla demokratik yönetim modelinden de haberdar
olmuşlardır. Müslüman filozofların eserlerinden bu yönetim biçimini bir yönetim modeli olarak
yeterlilikleri ve yetersizlikleri üzerinde durarak ele aldıkları anlaşılmaktadır. Bu yazıda belli Müslüman
düşünürlerin demokrasiyi ele alış biçimlerine ana çizgileri ile işaret edilmeye çalışılacaktır.
Ebû Nasr el Fârâbî (ö. 339/950)
Meşşâî felsefenin büyük oranda kurucusu kabul edilen Fârâbî, el Medînetü’l Fâzıla isimli eserinde
demokrasiye yer verir. Buna göre Fârâbî insan topluluklarını veya şehirleri erdemli olmaları ve olmamaları
bakımından tasnif eder. Ona göre erdemli şehirler, halkının erdemleri yaşama konusunda birbirlerine
yardımcı olan şehirlerdir. Bu şehrin insanları faziletleri bilirler ve uygularlar. Mezhepleri farklı olabilse de
amaçları birdir.
Erdemli şehrin yanında fasık ve cahil şehirlerden de söz eden Fârâbî’ye göre fasık şehirler erdemlerin ne
olduğunu bilmekle beraber bunları uygulamayan insanlardan oluşan şehirlerdir. Cahil şehirlerse
erdemleri bilmeyen ve uygulamayan şehirlerdir. Cahil şehirlerin pek çok çeşidinden söz eden Fârâbî için
demokratik yönetimler bu türlerden birisidir. Ancak bu türler içerisinde erdemli şehirlere en yakın şehirler
olma özelliği gösterirler. Çünkü cahilî şehirlerin tiranlık, despotluk gibi diğer türleri yanında demokratik
şehirler hürriyeti önemserler ve bu hürriyet ortamında erdemleri belli ölçülerde yaşamayı tercih eden
kimseler bulunabilir. Ancak Fârâbî’nin çerçevesinde söz konusu bu kimseler erdemleri yaşama
konusunda şehrin diğer fertleri ile yardımlaşma imkânından yoksundurlar. Bu bakımdan erdemler bu
şehirlerde fertler bazında kalıp yayılma imkânı bulamaz.
İbn Rüşd (ö. 595/1198)
Meşşâî felsefenin son büyük temsilcisi kabul edilen İbn Rüşd’ün demokrasi ile ilgili değerlendirmelerine
Platon’un Devlet adlı eserine düştüğü şerhlerde karşılaşılmaktadır. İbn Rüşd demokratik şehrin
insanlarının her türlü yükümlülükten kurtulmuş, canı neyi isterse o tarafa yönelen insanlar olduğunu
belirtir. Bu bakımdan bu şehirlerde muazzam bir çeşitlilik bulunmaktadır.
Demokratik şehirlerin halkı içinde kimilerinin şeref, kimilerinin servet düşkünü olup kimilerininse kaba
güç kullanmaya eğilimli olduklarını belirten İbn Rüşd böyle şehirlerde belli erdemleri yaşamayı tercih
eden kimselerin de çıkabileceğini kabul eder. Ancak yine de insanların her istediğini yapıyor olmalarının
hoş görülemeyeceğini düşünen İbn Rüşd böylesi bir hoşgörünün toplumsal kargaşaya, insanların
birbirlerinin mülkünü talan etmelerine yol açacağını savunur.
İbn Rüşd, bireylerinin her birinin özgürlüğü en fazla hak eden kişi olduğuna inandıkları bir şehir olmakla
tavsif ettiği demokratik şehirleri, zorunlu ihtiyaçlarını temin için bir araya gelmiş olan şehirlere nispetle
daha evla görse de bu şehrin insanlarının tek bir hedefe yönelmiş insanlar olmadıklarının altını çizer.
Böyle şehirlerde yönetimin de rastlantısal olduğunu belirtir.
Nâsıruddîn Tûsî (ö. 672/1274)
İranlı filozof Nâsıruddîn Tûsî Ahlâk-ı Nâsırî adlı eserinin ülke yönetimi ile ilgili bölümünde şehirlerin
sınıflandırılmasında Fârâbî’nin erdemli ve erdemsiz şehirler bölümlemesini kabul etmiş ve bunu daha da
ayrıntılandırmıştır. Bu bağlamda demokratik şehirleri “hürriyet toplulukları” olarak isimlendiren Tûsî bu
şehirlerde yaşayan insanların kendilerinin mutlak hâkimi olduğunu ileri sürerek çağdaş egemenlik
kavramına oldukça yakın bir tespit yapar. Hatta bu şehirlerde yaşayan insanların hürriyet azlığı ve
çokluğundan başka bir farkları olmadığını iddia eder.
Tûsî’ye göre bu şehirlerde yaşayan insanlara her istediğini yapabilme imkânı sağlandığından onlar
arasında anlaşmazlıklar çoktur. Gerçekte onların reisleri bulunmaz ve bu reise itaat edecek bir halk da
bulunmaz. Onların hürriyet ve bağımsızlığını daha çok düşünen ve onları arzularını yerine getirmede
kendi başlarına bırakan reisler makbul görülür. Tûsî böyle şehirlerde yaşamayı herkesin seveceğini ve
kısa zamanda bu şehirlerde nüfusun artacağını ifade eder. Yine böyle şehirlerde bir müddet sonra
bilginler, filozoflar, şairler, hatipler ve sanatçılar da çıkar. Şayet insanlar bu kimselerin bilgeliklerine iltifat
ederlerse demokratik şehirlerin de erdemli bir şehir olma imkânı vardır. Ancak bu şehirlerin ahalisi şerliler
ve hilekârlara yönelirse tam anlamıyla cahil bir şehir ortaya çıkar.
Tûsî’nin demokratik şehir tasvirinde şehrin nüfusunun çokluğu, insanların kendi isteklerini ve arzularını
esas alarak yaşadıkları tespiti öne çıkmaktadır. Tûsî’nin çizmiş olduğu çerçevede bu istek ve arzuların
anlaşmazlıkları ve sorunları artırdığını düşünebilmekle beraber, yine bu istek ve arzuların iyiliğe de
dönebilme imkânı dolayısıyla bu şehirlerin erdemli olabilme kuvvesine sahip olduğunu söylenebilir.
Taşköprîzâde Ahmed Efendi (ö. 968/1561)
Osmanlı ilim ve fikir adamlarının önde gelen isimlerinden Taşköprîzâde Ahmed Efendi’nin demokratik
şehirlerle ilgili yaklaşımını, Adudiddin el-Îcî’nin (ö. 756/1355) el Ahlâku’l Adûdiyye’sine yazmış olduğu
şerhten öğrenmekteyiz. Taşköprîzâde demokratik şehirlerle ilgili çözümlemesinde Fârâbî ve Nâsırüddîn
Tûsî ile benzer bir yaklaşımı benimsemekle birlikte onların dile getirmediği birkaç hususu
vurgulamaktadır.
Taşköprîzâde’ye göre demokratik şehirlerin en önemli özelliği özgürlük ülkesi olmalarıdır. Bu şehirdeki
herkes hürdür ve hürriyet fazlalığı dışında bir üstünlük yoktur. Bu bakımdan bu şehirlerde ikamet etmek
rağbet edilen bir şeydir ve bu şehirlerde kısa zamanda nüfus artar. Taşköprîzâde’nin bu şehirlerle ilgili
altını çizdiği en önemli eleştiri bu şehirlerde gerçek manada bir başkanlığın bulunmuyor olmasıdır. Ona
göre bu ülkedeki hür insanlar, istek, amaç ve görüşlerin farklığına göre gruplara ayrılırlar ve her bir
grubun başkanı bulunur. Bununla beraber Taşköprîzâde her bir grubun kendi başkanının olmasını ülkede
gerçek manada başkanlığın bulunmuyor olması bağlamında ayrıntılı bir incelemeye tabi tutmamıştır.
Sonuç
Müslüman mütefekkirlerin çeşitli eserlerinde karşımıza çıkan demokratik şehirlerle ilgili eleştirilere toplu
olarak baktığımızda belli tespit ve tenkitlerin öne çıktığı görülmektedir. Bu tespitlerin başlıcası demokratik
şehirlerin özgürlüklerine olan düşkünlüğü ve özgürlüklerini kısıtlayan herhangi bir şeyin bulunmayışıdır.
Böyle olduğu için demokratik şehirler rağbet görmekte bu şehirlerde hızla nüfus artmaktadır. Ancak
nüfusu hızla artan bu şehirlerde herkes kendi isteğine ve arzusuna göre yaşamak istediğinde sorunlar
da hızla artmaktadır. Demokratik şehirlere dair İslâm filozoflarının yapmış olduğu bu tespitin belli
ölçülerde çağdaş demokrasiler için de geçerliliğini koruduğunu söyleyebiliriz.
Diğer taraftan bu şehirlerin gerçekte cahilî şehirlerden olduğu, fakat ahalisinin şayet erdemlere
yönelmesi hâlinde erdemli bir şehir hâline gelebileceği de ifade edilmektedir. Söz konusu bu imkân
çağdaş demokratik ülkelerde yaşayan Müslümanların, toplumlarını İslâmlaştırma hamle ve gayretlerinde
ellerini kuvvetlendiren bir kazanım olarak görülebilir.
Bununla birlikte demokrasinin klasik dönemlerindekinden çok daha farklılaşıp halkın kendi kendisini
yönetmesinden çok seçilmiş bir kitlenin halk adına halkı yönettiği ve egemenliğin kaynağını da ilâhî
olandan beşerî olana vererek laikleştiği günümüzde, bir yönetim biçimi olarak demokrasinin hem güçlü
ve zayıf yanlarının belirlenmesi, hem de toplumların İslâmlaştırılması hamlelerinde taşıdığı imkân ve
sınırlamalarının tespit edilmesi için ilmi ve felsefî çalışmalara ihtiyaç bulunmaktadır. İslâm filozoflarının
ana hatları ile incelemeye çalıştığımız eleştirileri bu çalışmalar için önemli bir zemin teşkil etme imkânını
haizdir.
Muhammed Salih İzgöer
Kaynaklar

  1. Aslıhan Akkoç: “Yunan Demokrasisinin Kavramsal Yönü ve Toplumsal Arka Planı”, Sosyal Bilimler
    Dergisi, Cilt: 16, Sayı 1, 2014, 31-42.
  2. Fârâbî: El Medînetü’l Fâzıla, çev: Nafiz Danışman, MEB Yayınları, Ankara, 2001.
  3. Hans Köchler: “Batı Demokrasilerinin Tekâmülü ve Felsefî Arka Planı”, çev: Recep Şentürk, İslâm ve
    Demokrasi, Tartışmalı İlmî Toplantılar Dizisi, Ensar Neşriyat, İstanbul, 2000.
  4. İbn Rüşd: Siyasete Dair Temel Bilgiler, Kurtubalı İbn Rüşd’ün Platon’un Devlet’ine Düştüğü Şerh, çev:
    Muharrem Hilmi Özev, BS Basım Yayın Dağıtım, İstanbul, 2011.
  5. Nâsıruddîn Tûsî: Ahlâk-ı Nâsırî, çev: Rahim Sultanov, Fecr Yayınları, Ankara, 2005.
  6. Taşköprîzâde Ahmed Efendi: Şerhu’l Ahlâki’l Adudiyye, çev: Müstakim Arıcı, TYEKB, İstanbul, 2014.
    Bu yazı https://www.medeniyetvakfi.org/vakif/2012-09-21-07-37-22/yazanlarimiz/m-salihizgoer/islam-filozoflarinda-demokrasi-elestirileri-2 sitesinden alıntılanmıştır.

REKLAM ALANI